3/29/2013

Video Klip Estetiği

Türkiye'deki tezahürü; ne kadar renk ve hareket, o kadar güzel klip olarak formüle edilebilir. Şarkının sözleriyle alakası olmamasından geçtik, epileptik krize sokacak ölçüde hızlı geçişler ve saçma sapan "zoom"larla, memleketi beyin özürlü ve cinsel sapık mertebesinde gören "acayip sanatçı"ların fikir skalasından kusulan görüntüler bütünü.
Son zamanlarda bir de kamerayı titretmeyi keşfettiler ki, o da tüy dikti bu güzide sanata.

Akıl Vermekle Akıllı Davranmak Arasındaki Farklar

Bir sorunu saptayabilmekle, onu çözümleyebilecek yöntemler konusunda fikir yürüterek seçim yapmak ve yöntem kullanarak sorunu çözmek arasındaki farka benzer.
Her ikisinde de zihinsel efor harcanır ama birinci halde elinize geçen bir şey yoktur; ikinci halde en azından oyunun kurallarına bir satır da siz ekleyebilirsiniz.

3/23/2013

Erkek Berberi ile Erkek Kuaförü Farkları

Berberde kuş, balık gibi domestik hayvanlar beslenir. Kuaför salonları karizma gücüne güç katmak için iguana, tukan vb. dahil her türlü vahşi hayvana açık mekanlardır.

Berber kesim stili klasiktir; limiti "Amerikan tıraş" tabir edilen, kafaya tas geçirilmiş modeldir.) Kuaför salonlarında, eğer inisiyatifi kaptırırsanız, Medrano Sirki'ne referanssız girmenize yetecek enteresanlıkta bir saç modeline sahip olmanız an meselesidir.

Berber, kulak kıllarını ispirtolu pamukla tütsüler. Kuaför aynı kılları sir ağdayla çeker, oy oy oy...

Genel Tuvaletlerdeki Fotosel Sorunsalı

Bu fotosellerle senkronu tutturmak için, ya bir dakikada büyük çişiniz dahil işinizi bitirmeniz gereken ya da bir dakikalık periyotlarla çırpınarak, fotoseli uyarmanız gereken vahim bir durum vardır.
Bu işyerlerinde patron kesinlikle çok cimridir; bahşiş bırakırken siz de ona göre davranın.

Gündelik Hayat Teorileri

İnsanoğlunun merakı doyurulabilir cinsten değildir. Her zaman bir soruyu fazladan sorar. Mamafih, belki de bu sayede ilerlemiştir medeniyet. Ama yine de evrendeki toplam soru, toplam cevaptan fazla ve bu fark yakın gelecekte kapatılacak cinsten değil.

Sarhoş Balık

Sarhoş balık, naçizane yemek icatlarımdan biridir. Alkolde beslenip semirtilen balık akşamcı masalarda lüpletilir; bir taşla kafa bulunur.

Maske

Var olması olağan, olmaması "delilik" olarak adlandırılan insanlık hallerinden biridir maske.
Deliler rol yapmaz, rol yapamaz. Bu nedenle "deli" deriz biz onlara. Belki de saklayacak şeyi olmadığı için maskeye gerek duymayan dürüst adamlardır deliler.
Ve "norm"al insanların maskeleri neleri gizlemiyordur ki? Belki, aslında maskenin altında bir surat olmadığını gizliyordur. Belki de binbir tane suratı olduğunu gizliyordur sabit, oturaklı maskesi. Maskesiz yaşama cesaretini gösteremeyip heba olan ne çok kayıp ruh var arkamızda bıraktığımız yollarda. Bizi takip eden milyon tane maskeyle beraber. Biri mi öldü, biri mi sevindi, biri mi "recm" edilecek... Modası geçmiş maskelerimizi, hiç vefa borcu hissetmeden üstelik; öylece yol kenarına atıverip, ne çok gitmişliğimiz var kendimizden, birbirimizden.
"Kat'iyen olmaz, önce siz" nezaketine sığınıp, hep karşındakinden mi beklenir maske striptizi? Sadece "an"larda, göz kırpması seriliğle çıkarıp hemen yine takacak olsak, önce biz korkarız altından görünüveren saf kötülükten de, belki o yüzdendir devletler kurup, sanatla zaman geçirip "statüko"lara sığınmamız, "titr"lere...

Çetin Altan

"İnsan yazar olmak istemez, kendiliğinden yazar olur. O beş yaşınızda içinizdedir. Mozart sonradan mı öğrendi?"

"Osmanlı’da roman geleneği yoktu. 1928’e kadar kendi alfabesi yoktu bu ulusun. Tam 300 yıl matbaayı reddetmiştir Osmanlı. Şimdi Türkiye’de 7250 kişiye bir kitap düşüyor, 45 milyon elini gazeteye bile sürmüyor. Bu çerçeveyi gördükten sonra yazar olmak isteyen kime hitap etmek istiyor?"

"Bilim ve estetiğin kanatlarını çıkararak yazar olunur. Bilimi öğrenme merakı yoksa, hiçbir şeyi merak etmezse yazar olamaz insan. Türkiye’nin sorunu üretim biçimiyle ilgili. Yazılı olmayan konuşma dolandırmaya açıktır, belgesiz dolandırma. Çocuklara sor, yazar değil polis olmak ister. Niye? Emir vererek yaşamaya alışmış çünkü. Bu emir yapısını kıramamış, Ortaçağ’ı aşamamış, tarım ekonomisinden endüstri ve bilgi toplumuna geçememiştir Türkiye."

"Yazı amaç mı araç mı? Türkler iyi para kazanmak ve ün istiyor. Ben de varım diyecek. Halbuki orkestra şefinin o işi yaparkenki doyumu her şeyin üstündedir. Kâğıttan kayık yüzdürüp ben amiralim diye bağırmaya benziyor bu. Yazıyı amaç da araç da yapan insandır. Yazı daha iyi yaşamanın aracı olamaz, olursa o kötü yazı olur. Ankara’yı methedersin beş on kuruş verirler. O yazı zamana ve mesafeye dayanmaz."

"Zamana dayanan bir kriterden geçer yazı. Zamana, mekâna ve mesafeye dayanmalıdır."

"Hayatın ve yazının bir bedeli vardır. Bir koşucu o yarışı herkesten beş saniye önce koşmak için yıllarca çalışır. Biz bedel ödemek istemeyiz ama ödenmesi gerekir, kestirmeden olmaz. O bedel yazıyı yazanın acılarının toplamıdır, başkalarının acıları değildir. Bazen sonuca da varılmaz. o bedel anlatılmaz, yazıya layık olmaya çalışırken kendini yavaş yavaş ödetir."

"Edebiyat bir anlatım sanatıdır. Gözlemlerle övgülenir. Harfler aracıdır. Bu sanatı yaparken ona bir artı getirmek zorundasın. İyi yazar şiir bilip şiir sevendir."

"İnsanın içi kozmostur. Ressam ya da müzisyen senin sezip de anlatamadığın şeyleri anlattığı için o eseri seversin. O yüzden okuyucu da yazının bir parçasıdır."

"Çocukluğunda beğenilmemiş kişiler çoğunlukla sanatçı olur. Amaç ilgidir. Mutlu ve başarılı olmak aynı yoldan geçmez. Ya mutlu ya da başarılı olursun. Mutlu adam neden kendini beğendirmeye çalışsın?"

"Klasikleri bileceksin. 17. yy Fransız klasikleri, Yunan klasikleri insanlığın ortak lezzetini yakalamışlardır. Bunu ıskalıyorsan neyi kaybettiğinin farkında değilsin."

"Burada doğdun ama dünyada yaşıyorsun. Onun parçası haline gelmen lazım. Dünya edebiyatıyla haşır neşir olmak lazım."

"Victor Hugo 20 bin kelime, Shakespeare 40 bin kelimeyle yazar. Parlamento da halk da 400 kelimeyle konuşur burada. Gazeteler 800 kelimeyle çıkar. Sen 7 bin kelimeyle yazdın mı anlaşılmaz hale gelirsin. Ama Türkçe’de 45 bin kelime var. İngilizce’de 120 bin kelime. Türkçe bu gidişle 100 yıl içinde silinmeye mahkûm bir dil. Bunları bilmezsen, avutursun kendini yazarken."

"Bunların hiçbiri yazar olmaya yetmez. Yaşar Kemal bunları bilmez belki ama folkloru en iyi yazan adamdır. Çiçek de botanik bilmez ama ne güzel açar, değil mi? Yazar edebiyat hocası değildir, yaratıcılık başka bir güç."

"Yalnız yazıdan para kazanan kaç adam var türkiye’de? İşin içine girince görürsün neyin ne olduğunu. Sonra bekle teyzenin mirasını."

"Sanat, düşünce ve bilimle gelişir insan. Laboratuardan geçiremediği bir konuyu, zihin ve estetikten geçirmeli sanatçı. İnsanlığın merakı sanat, düşünce ve bilimdir. Tabii ki bir de klasik müzik. Bunlara meraklı değilsen, hazineden geçiniyorsun, mesleğinin evrensel boyutu yoksa, olmaz."

"Başka yazarların hayatını incelemiş adamdan çıkar yazar. Sen kimseyi merak etmezsen kimse de seni merak etmez. Ama kendinin merak edilmesini istersen, böyle de denklem olmaz. Senle ilgilenilmeli, ilgilenilmezse yazar olmazsın."

"Bir yazar gelmek istediği yere geldiği zaman artık gitme zamanıdır. Bugün iyi günümdeyim. işte anlatıyorum; sesler duyarım. Bazen çığlık çığlığa, bazen fısıltıyla bir şeyler anlatıp dururlar. Duymazlığa gelsem de bazıları inat eder, sesime karışır. Sonra da bir öykü,bir şiir veya roman olarak karşıma çıkarlar. Tıpkı bu okuduklarınız gibi... Görüyorsunuz işte her ses bir ezgi."

Martıyla Albatrosu Karıştıran İnsan

Optik problemleri olduğu yetmezmiş gibi, mekân kayması sorunu da olan insan.
Zira albatros dev anası gibi bir kuştur ve açık denizde süzülür. Martı ise, malûm; ağzında sigarasıyla puslu İstanbul sabahlarında, karşıki damda çığlık atan kart sesli ayyaş.

Kenan Pars

"Rob dö şambr" olayını, Nuri Alço daha yemeğe "mama" derken keşfedip kullanan kötü-tatlı adam.

Kadınlar Komik Erkek Sever

Espri yeteneği zeka göstergesidir. İnce ayar çekildiğinde hele, tadından yenmez. Zeki olunca da piyasanız artar tabiyatıyla. Gelgelelim, bir de galiz küfür dahil her türlü atraksiyonu komiklik zanneden bir "komik-i âzam" müsveddesi vardır ki, bu cinsin ne kadını ne erkeği çekilmez. Klişe esprileri kişisel koleksiyonuna dahil eder etmez, "mal bulmuş mağribi" sevincini en yakındakilerle paylaşanlardan başlayan, bir espriyi üç bin kere tekrarlarsa üç bin kat fazla güldüreceğini zannedenlerle devam eden bu ikinci grup, kişisel gözlemlerime dayanarak söylüyorum; maalesef cins ayrımı gözetmiyor. Beyin loblarındaki genetik bir sorundan mı, yoksa kıvrımsız, pırıl pırıl bir beyne sahip olduklarından mı bilmiyorum ama, kromozomlerle alâkası olmadığını biliyorum komikliğin, imitatörlük de olabileceğini zannedenleri. Espritüellikle şaklabanlık arasındaki kalın çizgiyi ayıramamak, hem arz hem talep açısından erkeklerin tekelinde değildir neticeten. Ama şu da var; "allame-i cihan" olsan, karşındakine anlatacağın, onun beyni kadardır.

Aziz İstanbul

Münir Nurettin bu şiiri okuyunca o kadar etkilenmiş ki, hemen beste yapmaya koyulmuş üstada haber vermeden.
"Acaba" demiş, "şair bunu hangi insiyakla, hangi tepede yazdı?" Zira memleket o zaman da yedi tepeden müteşekkil. Bir bir o tepe senin bu tepe benim çıkmış şiiri bestelemeye. Süleymaniye'den başlamış, akşama kadar uğraşmış, bir türlü istediği ruhu, o melodiyi bulamamış. Başka gün Fatih'de devam etmiş ama heyhat! Yok. Aradığı şey yok tepelerde.
Eyüp'e, Pierre Loti'ye çıkmış başka bir gün. Başlamış musikiyi aramaya ve sonunda, aradığını bulan insanların yüzüne yerleşen o sakin gülümsemeyle terennüm etmiş "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!"
Sonra Yahya Kemal'le karşılaşmışlar bir mecliste. "Münir Nurettin, "Üstad" demiş, "Siz bu şiiri hangi tepede yazdınız?"
Yahya Kemal "Pierre Loti" deyince, bizimki, "Hah, ben de orada besteledim işte" demiş.

Sirk

Neşeli uvertür müzikleri bile iç acıtan kumpanya.
Benim yarattığım sirkin adı; "Sıkılan ve Coşkunluktan Başka Çıkar Yol Bulamayanlar Kumpanyası".
Artistleriyle konuştuğum zaman derler ki: "Gerçekleri bilenler, bizler... Bilgilerinin yükü altında ezilenler, başarısızlıkları bile uyduruk olanlar; başarısız olmayı bile tümüyle beceremeyenler... Bizler; yaralı hayvan sirkindeki çaresiz akrobatlar; hiçbirinin ilacı olmadığı için sadece birbirlerine bakıp ağlayan acıklı trapezciler; yüzünden boyaları akıp giden, ama hâlâ bir kişinin olsun alkışlayacağını umarak hayatının oyununu çıkarmaya çalışan, alkışlanmayacak kadar yitik palyaçolar; tüyleri yolunmuş aslanlarıyla aynı yolun yolcusu olan, kıpkırmızı gözleriyle kafesin içinde çırpınan, çıkar yol arayan aslan terbiyecileri; küçücük sahnenin ortasındaki küçücük buz parçasının üzerinde dengede durmaya çalışan, hayatları boyunca o dengeyi tutturamayıp, her gösteride yere kapaklanan, her gösterisini alkış sesleri yerine kahkahalarla bitiren ucuz makyajlı revü kızları; 'umut büyüklerin işi, çocukluklarını saltanat uğruna boğanların, matematik bilenlerin' diyen, yapabildikleri tek numara acı çekmek olan sihirbazlar; on üçüncü topu yakalamaya, yani sonsuz yolculuğa yazgılı yorgun jonglörler; çocuk boylarıyla iç acıtan hazin cüceler; bebeklerinin suratına nakşettikleri o sonsuz can acıtan gülümsemeyi bir deniz feneri gibi gözlerinde taşıyan vantriloklar..."

Büyümek

Kişinin büyüdüğünü anladığı an; yağmur altında yürümekten, eklem ağrıları akla gelerek vazgeçtiği andır.

Ters Orantı

Ters orantı nedir diye sorarsanız; bilgi ve kesinlik ilişkisi derim.

My Way

Elvis ve Sinatra arasında bir tercih yapmam gerekirse, mutlaka Elvis'ten dinlemek isterim "My Way" şarkısını.
Sinatra'nın ağır abi tonunda, biraz da rol keserek söylemesine karşılık, Kral şarkıyı yaşıyor, hayatını anlatıyor, anlamamızı sağlıyor. Neyi mi? Konser kaydındaki arkası görünmeyen simsiyah bakışlarını... Hangi insan evladı, zirvede 150 kiloluk cüsse ve günlük 250 gram kimya desteğiyle durabilir ki?

Gündelik Faşizmin Soytarıları

Gündelik faşizmin soytarıları, kolay ve bir o kadar da popüler muhalefetin "zırt" dediği yer keşfedildiğinde; elimizdeki, aklımızdaki, teorilerimizdeki, bilinçaltımızdaki, ezberimizdeki bütün durum/gerçeklikleri, cevapları ve hatta soruları sorgulamaya başladığımızda; tahminimizden çok daha büyük bir grup olduğunu fark ettiğimiz eleman kümesidir.
Organı işlev; kahramanları halk yaratır. Halk tanımını Yıldırım Türker'den alayım izninizle: "Her işittiği karşısında şaşkınlığa kapılan, toplumsal hayatın edilgen ve yalnızca "maruz kalan" kitlesi. Yani kimsenin üstüne alınmadığı, kimsenin çevresinden tanımadığı, ama varlığını bir yerlerden işitmiş gibi davrandığı, umutsuzca "muktedir" olduğu şeyler hesaplanmaya çalışılan o egzotik kalabalık adlandırmasıyla: halk."
Halkın konuyla ne alâkası mı var? Yaşadığımız sürreel dünyada, iletişim bombardımanından akıl sağlığını korumayı başararak, sağlam yorum ve eylem düşünecek kaç kişi var aramızda? Kahraman beklemeyen?

Film Klişeleri

Olmazsa olmaz film klişeleri vardır.
Meselâ; iyi adam vurulduğunda, kahramanımızın kolları ulaşmadan ve son bir laf etmeden, başını yana devirip ölmez.
Meselâ; ikincil rollerdeki iyi adamların, cüsseleriyle beyinleri arasında ters orantı vardır.

Parfümün Dansı

"Parfümün Dansı"; "norm"al olanla aykırı olana bakışımızı çok net anlatan bir Tom Robbins kitabı. Okuyunuz, okutunuz.
"Timolus, Pan'la Apollo arasındaki müzik yarışmasını dinler dinlemez hiç kararsızlık göstermeden ödülü Apollo'nun lirine vermiş, böylelikle eleştirmenlerin sınırlamaya ve cilaya önem vermesi, tuhaf ya da itaatsiz olana da saldırması geleneğini başlatmıştı -ki, o gelenek bugüne kadar hâlâ devam etmektedir. Eğer Timolus, Pan'ı sahneden bu kadar çabuk tasfiye etmese, eğer Pan'ı dinleyecek kadar -nesi? dürüstlüğü? alçakgönüllülüğü?- (ne de olsa Timolus'un kendisi hiçbir halt çalmayı bilmezdi), cesareti olsaydı, ona önyargılardan daha içtenlikli bir tepki gösterebilseydi, belki o da etkilenirdi."

Romain Gary

Romain Gary, "Yıldızyiyiciler" adlı romanında bir ölümlünün tasarlayabileceği en müthiş ölüm tarifini vermiş: "Hem her şey bir yana ölüm nedir ki? Yalnızca bir yetenek eksikliği!"